Saturday, 3 September 2011

ARAF

Evet, şu geçen günleri biraz geri sayım tadında yaşıyoruz. Evimiz ayın 9’unda müsait olacak. O zamana kadar bozkırda at koşturan atalarımız misali Londra’da bir orada bir burada göçebe bir hayat sürüyoruz. En son West Kensington’daki bir evde bir hafta kaldıktan sonra koşarak Chiswick’teki mükemmel ev arkadaşımız Rob’a geri döndük.

West Kensington’da kaldığımız ev güzeldi aslında ama tam olarak kendimize de tarif edemediğimiz sebeplerden ötürü (belki tüm evi kaplayan eski halıfleks, belki tam çalışmayan duş, belki de kahvaltıda bize krep yapacağını vaad edip de bir türlü yapmayan ev sahibimiz) pek ısınamadık. Evdeki en mükemmel şey hayatımda bugüne kadar gördüğüm en tatlı kedi olan Tarquin‘di.

En büyük takıntısı eve gelen misafirlerin saç tokalarını çalmak olan pofidik ve dev kedi Tarquin.

Ara sıra taşınmak haricinde, fırsat buldukça Londra yazının tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Bu şehir bir festivaller cenneti. Yazın her belediye, park, bahçe kendi geleneksel festivalini düzenliyor, her yerde konserler, sergiler, workshoplar ve daha çeşit çeşit atraksiyon organize ediliyor.

Yazı başlığına gelirsek… Bu ismi Oğuz buldu ve ruh halimizi iyi anlatıyor. Henüz burada yerleşik hayata tam olarak başlamadığımız için İstanbul’la Londra arasında bir yerde, bir tür Araf’ta olarak tanımlıyoruz kendimizi.


Canary Wharf’ta Londra Senfoni Orkestrası
Evet, hem de bu kış izlediğimiz King’s Speech filminin muhteşem müzikleriyle. Hem de ücretsiz. Hem de yemyeşil çimenler üzerinde, piknik yaparak…

Canary Wharf'tan bir kesit.


İş çıkışı Canary Wharf Festivali'nde Londra Senfoni Orkestrasını dinleyip çimenlerde piknik yapan insanlar.




Hemen yanımızda oturan bu beyefendi, kalabalık piknik sepeti ve çimene saplanan özel şampanya kadehleriyle bizi oldukça imrendirdi. Bir sonraki piknik için biz de bu kadehlerden alacağız!


Arkasındaki UFO'yu hisseden Oğuz.


"Cider ve Ben" isimli eser.


Sahne renk değiştiriyor.




Etnik çeşitlilik gösteren konser seyir grubumuz.


Bilim Müzesi’ndeki kelebekler
İçersinde tropik bir iklim ve floranın olduğu dev bir çadıra yerleştirilen binlerce kelebeğin etrafta uçuştuğu bu sergiyi çok sevdik. Bugüne kadar toplamda bu kadar çeşit kelebek gördüğümü sanmıyorum.


Kelebek fotoğraflarının hepsi Oğuz tarafından çekildi.


Bu hariç.


Sergide kozalarından çıkan kelebekleri gözlemlemek de mümkündü. Ortadaki simli ve kristalimsi kozanın içinden ne çıkacağını çok merak etsek de fazla bekleyemedik.


Oğuz'un çektiği fotoğraflardan birkaç yakın plan doku.


Jamie’s Italian’da yemek
Yemek gayet güzeldi, daha da güzel olan fotoğraflardan göreceğiniz üzere rustik sunumlarıydı.

Parmesanlı ve karidesli risotto topları


Patates kızartması 


Somonlu Bruschetta


Canary Wharf’ta Beatles
Beatles’ı kim sevmez? Dünyanın en iyi Beatles tribute grubunun konserinde en çok orijinal fanları, yani şu an 60 ve 70’li yaşlarında olan genç kızlar ve delikanlılar vardı.





Victoria&Albert’ta gezinti
Muhteşem olmasının yanısıra çocuk dostu bir müze. Sıcak havalarda çocuklar V&A'ın bahçesindeki havuzda kendilerinden geçercesine oyun oynayıp koşturuyorlar.









Bu sonuncu çocuk fotoğrafını Henri Cartier-Bresson'a ithaf ediyorum.


2000 senesinde Kudüs'teki muhteşem sergisini gezdiğim Dale Chihuly'nin Victoria&Albert'taki heykeli. Kudüs'teki sergi alanını gösteren bir fotoğraf için burayı tıklayabilirsiniz.


1 comment: